Dansın Tasarısı

Gölgelerin buluştuğu bir sokakta, iki yalnız insan tek bir yalnızlık uğruna bir araya geldiler. Gökyüzünün karanlığı altında hiçbir cevher bu kadar parlamamıştı…


Önce en başa dönmeliyim çünkü hiçliğin başlayıp nasıl son bulduğunu görmenizi istiyorum. Her şey, doğumumla başladı. Tabii bu zırva cümlelerini çoktan binlerce kişinin ağzından farklı hikâyeleri dinliyormuşçasına dinlediniz. Aslında hepsi aynıydı: Bir kurbağanın ölüme doğru sıçrarken kiyorgunluğunu, özellikle de ruhen yorgunluğunu içindeki o yapışmış durumdan kurtarmaktı. Ama ne yazık ki hiçbiri bunu başaramadı; daha sona gidemeden canlarını verdiler. İşte benim de bu kutsal kurtuluşa nasıl vardığımı anlatmak istiyorum. Bir kitapta okuduğum gibi: Yazarak zihnimi öldüreceğim ve bunun için de aklımın son demlerini kullanıyorum. Aslında ben de herkes gibi bir çocuktum: Cahil bir umuttum yaşamda. Babam ben küçükken beni terk etti, ben de kendi kendime yetmeye çalıştım… Kendimi farklı hissettiğim zamanlar oldu elbet. Hangi çocuk hissetmez ki? Sonraları fark ediyordum hiç olduğumu çünkü artık ölüm ile tanışmıştım. İnanmayı 14 yaşımda, ilk defa bir kazaya canlı şahit olduğumda bıraktım. Küçücük tezeklerdik biz, yaratılmak için çok acizdik. Bu yüzden ben yine kendime kaldım; hiçliğimle bir oldum. Hep, ben, kendimle biz olduk. Büyüdükçe bedenim dünyayla birleşti ama ruhum hep kendini uzak tuttu bu dünyadan denen çöplükten. Sanki içimde, gizli elleriyle iplerimi tutan biri vardı. Beni istediği gibi yönetip içten içe beni öldürüyordu. Şu an bile içimde yatan, ölmüş şekilde yatan o var. Onu öldüreli çok olmadı. Ne zaman kendimi düşmüş hissetsem o ölü beni tekrar eline almaya çalışıp gülerdi. Hatta o ayaklanmaya çalıştığında insanoğlunun yatak adını verdiği o rahat mezarda hırpalanıyordum. Eskiden o kadar güçlüydü ki onun yüzünden ben, ben değildim. Ömürlerce ölü gezerdim ama bu kısacık zamana sığdırırdım bu yüzden de canımı yakıyordu elbet. Şimdi bile yalnızlığımda ve ruhsal yorgunluğumdan beslenmeye uğraşıyor. Beni eli geçirdiğinde, cehennem ötesi bir ortamla buluşuyor olduğum mekân. Başta ruhum olmak üzere, tüm nesneler ve varlıklar tutuşuyor. O kişi beni mezara bağlayıp, tüm varlığını üzerime yükleyip benim alevler içinde yavaş yavaş ve acılar halinde küle dönmemi izliyor. Bunun bir kaçışı olmadığını bilmek insanın son umut kapılarını kapatmak için en yıkıcı sebep…

Bugün başka bir gün: Küllerimi yakıldıkları gecenin sonrasında toplayıp ilk defa bir şeyleri tekrar inşa etmeye çalıştığım bir gün. Gözlemlerime dayanarak, hiçbir şeyi inşa edemediğimi belirtmek isterim. Daha önce bilmeliydim bunu: Bir bok beceremeyeceğimi. Ama derinlerdeki son yaşam meyvesi tekrar filizlenmek istedi kalan ömrü pahasına… Aptal olduğu şuradan belli: İçindeki o zehirli umutla birleşmiş isteğin onu öldüren şey olduğunu fark edemedi; işte o da soldu. Yanlış olan bu değil midir zaten? Ölümün olduğu yerde, yaşamayı düşünmek; hiçlikle dans etmeye çalışmak. Tüm Yaşayanlara sözlerim: Hiçlikle dans edemezsiniz. Onun varlığı sizi yutmak için evrenin başından beli açgözlü bir şekilde hevesli. Bu hevesi durdurmayı aşağılık hiçbir insanın gücü yetmez, yetemez… Çünkü temelde buna gücünüz yok; insansınız.

Evet… Bir bedenin daha sonuna geliyorum. Bunu okuyanlar, ben ölümüm. Aldığınız son nefesi sizden çekip kendime katana kadar asla durmayacağım. Ben sizdenim, ben SİZİM!

Parlayan cevher tüm aydınlığıyla yalnızlıkla buluştu ve birleşen yalnızlık diğerleri gibi göğe yükseldi…

Yorumlar