Çürüme

1
Bir gece, yatağın soğukluğunun sırtımda bütünleşmesiyle uyandım. İstemsizce yerimde doğrulmuş, gözlerim yarı kapalı bir halde saatin kaç olduğunu çözmeye çalışıyordum. Biraz gözlerimi ovuşturdum; ardından telefonumu elime alıp saate baktım. Henüz sabah olmamıştı. Güneşin doğuşunu izlemek için kısa bir vaktim vardı ama. Pencereye doğru yürüdüm; üzerime soğuk bir esinti dokundu. Bunun farkında değildim. Aslında, özellikle son zamanlarda, duygusuzlaşmamın ve tepkisizliğimin verdiği sonuçla hiçbir şeyi hissedemez olmuştum. Dünya bana göre nefeslenme, hareket etme ve ihtiyaçlarını karşılamak için sadece bir mekandı. Geçirdiğim ağır bunalım dönemi son yaşam damlalarımı yutmaktaydı. Bununla birlikte, varlığım bile sadece bir kazada olabilirdi; bu, kendimi yiyip bitirme sekanslarımın bir parçasıydı. Güneşi izlemediğimi fark ettim; düşüncelerinin içinde boğuluyordum sadece. Pencereden uzaklaşmaya karar verdim. Odamdan çıktım, hızlıca, sanki süzülüyormuş gibi merdivenlerden iniyordum. Üzerimdeki eskimiş olan kıyafetler ile bu sömürgeci dünyanın içerisinde ve bu vakitte, henüz kimseler varlığımdan haberdar değilken, yaşamımın geçtiği daracık sokaklarda dolaşmaya karar verdim. Şöyle düşünüyordum: "bazen kafamdaki dünyadan uzaklaşıp içinde bulunduğum ortama kendimi kaptırsam belki de yaşamımı unuturum" Sadece bir teselliydi. Ayrıca, tekrar yatağıma dönseydim eğer, dakikalarca bir sağa, bir sola dönüp duracak, bir terleme hali bulacak ve sıkıntıdan yine yatağımdan fırlayacaktım. Dışarı çıktığımda, kıllarımın yavaş yavaş doğrulduğunu hissettim. Sanırım soğuk, şimdi tam anlamıyla buluşmuştu benimle. Koşar adımlarla etrafta dolanıyordum; birkaç ayyaş elinde şişelerle uyuya kalmış, sokak köpekleri ise havlayıp birbirlerine bir şey anlatıyordu. Bazen keşke köpek olsam diye düşünürdüm; hayatta üremek ve hayatımı idame ettirmek için yemek bulmaktan başka gayem olmazdı. Hoş ya, bir köpek olsam bile ben gibi umutsuz köpekler çürüyüp giderdi bir kenarda değil mi? İnsan olmak, beraberinde bu umutsuz düşünceleri taşımak demek. Diğer insanlar bunu tek başınayken hisseder fakat, ben her aldığım nefeste hissediyordum bunu. Aslında ben de yalnızım. Ama başka birine sürüklenecek halim de yok. Dolaştığım sokakların yollarını geri teperek eve geri döndüm. Dairemin çoğu insana verdiği ilk izlenim, "bu eve ne zamandır bakılmıyor" dur. Her yerde ayrı bir kitap, koridorda bir halı bile olmaması, oturma odasındaki belirle yerlerde birtakım çöpler -atmaya kim uğraşır ki- Düzen, benim için söylenmiş bir kelime değil. Neden gelip geçeceğim bir hayat uğruna kendimi bu kadar yorayım ki? Kendime bir kahve yaptıktan sonra çalışma masama oturdum. Günlerdir manasız kelimeler yazıyordum ancak, hiçbirisi bileşerek anlamlı bir şeyler çıkarmıyordu ortaya. Birkaç aydır bir dergi için yazıyordum ve derginin yayın yönetmeni yeni yazımı göndermem için sürekli mesajlar atıyordu. Eski tür yazanlardım ben: yıllanmış bir daktilom vardı ve şiirlerimin olduğu birkaç defter. Sadece onlara yazabiliyordum. Her ne kadar teknoloji benim çağımı vurmuş olsa da bazı şeyleri aktarabilmek için insan illa ki kâğıda gerek duyuyordu. Aslında şu ana kadar bir yazıya bile başlayamamıştım çünkü aklımdakileri kâğıda aktaramayacak kadar bunalmıştım. Zaten, yazdıklarımı beni asla tatmin etmezdi. Önce birkaç birbirini kovalayan cümleler çıktı ellerimden, sonra ise kaybolup gittiler. Kendime biraz öfkelenmiştim ve elimden hiçbir gelmemesi bunun sebebiydi. Öğleyin arkadaşımla buluşup biraz kafa dağıtacaktım. Belki de bu sayede biraz da olsa bazı şeylerin maruz bıraktıklarından kurtulabilirdim. Hemen bir mesaj attım: "Bugün buluşmaya ne dersin?"
Kesin uyuyor olmalıydı. Adı Sabri`ydi. Ortaokuldan beri arkadaştık onunla. Neredeyse aynı müzikleri dinlerdik. Onun bazı konularda benden çok fazlası vardı ve onun sayesinde bazı şeylerin gelişimi, yakınlaştıkça başlamıştı. Fiziksel olarak da tıpkı bana benzerdi ama benden biraz uzundu. Tıpatıp çoğu şeyimizin uymasına karşılık bir o kadar da fikir ayrılıklarımız olabiliyordu. Bunlara rağmen yılların sömüremediği sıkı bir dostluğumuz vardı. Aslında son zamanlarda çevremde o kadar kişi kalmıştı ki, bir odayı dolduramaz olmuştuk. İnsanlar önce bana yaklaşır, ardından içinde bulunduğum ruh halinden bıkıp geri giderlerdi. Ne kadar zaman geçse de üzerinden, zamanın geçiremediği yegâne şeylerdendi bu. Bu durumu önceden sezinleyebilmiştim fakat yaşamak çok daha farklı hissettirdi. Yavaşça uykum tekrar gelmeye başladı. Yatağıma uzandım ve karanlığın içinde uyumaya çalıştım.
2
Aşırı bir şekilde terlemiş olarak uyandım. Saate baktım. Arkadaşımla buluşacağımız saatin üzerinden saatler geçmişti; o da bana karşı büyük bir öfkeyle dolmuştu muhtemelen. Ne önemi vardı ki? Zaten kırk yılda bir görüşüyorduk, o zaman da kafa dağıtmaktan öte bir amacımız olmuyordu. O gün, üzerime dünyaya karşı büyük bir nefret ve hüzün çöktü üzerime. Nereye adım atsam, nereye kafamı çevirsem, kafamda bu dünyaya karşı büyük bir nefret tablosu oluşuyordu. Onlarca insan, daha yaşamının ne olduğunu bilmeden veya olduğunu sandığı sebeplerden dolayı bir oradan bir buraya koşuşturuyordu. Bunları gördükçe benim eylemsizliğim dünya için bir ucubelikti sadece. Dünya, sadece ona ayak uydurabilenleri beslerdi; onun yapmasını istediğini yapanları. Ben ve ben gibiler ise her zamanki gibi ayak uyduramayacak, bir toz tanesi gibi bizi nereye sürüklerse oraya sürüklenip gidecektik. Bundan şikayetçi olacaktık fakat şikâyet ne getirirdi ki? Korkular, duygular, hisler, düşünceler, ona ait, sana, bana ait ortalıkta dolaşan söylentiler. Biz bunlardan ibarettik. Varlığımız hiç anlamı olmayan bir sistemin parçasıydı sadece. Buna karşılık yapabilecek ne gücüm vardı ne de isteğim. Sadece kitapların içinde dalıp, bir kez daha kendimi görebilmeye gücüm vardı. Ve ben de bu öyküyü bitirdiğimi fark ettiğimde, tıpkı benim gördüğüm şekilde; benim gibileri görecek ki, yalnız değiliz ama, olsak da ne fark eder ki?

Yorumlar